top of page
aliboratav

12 Adalar - Bahar gezileri 2: Şen şakrak, bol hareketli bir Patmos yolculuğu - 2013 Mart

2013 gezi ve deniz mevsimini Bodrum-Patmos arasında heyecanla ve hareketli denizlerde açtık. 56 millik gidiş yolumuzda 30-40 knots esen lodos ve karayele karşı sörf yaptık. Meğer Kocakarı Fırtınasına denk gelmişiz. Dönüşte de 50 mil mutedil bir poyrazla huzur sükunet ve yelken keyfi yaşadık. Arada Aziz Yuhanna Manastırı’nda “hacı” da olduk. Bodrum ve Ege Adaları sakin, yemekler sade ve lezizdi. Tekne ekibimiz doktorlardan oluştuğu için başımıza gelen kaburga kırığı, bilek burkulması gibi küçük sorunlar da bir endişe kaynağı olmadı. Yani şanslıydık, şanslı!!!


Patmos... Bir fırtına seyri sonrası her şeyi kurutma çabası....

 

İstanbul, saat 09.15... Gözlerim kan çanağı. Vücudum, üstünden 30 vagonlu 2 tren karşılıklı geçmişçesine hurda. Uzun ara verince insan sallantılı bir denizdeki tekneden indiğinde 18-24 saat sallanır. Ben de sabah sabah ölesiye sallanıyorum. Ama görünürde yelken direği yok!

Sakallarım biraz uzamış, ama traş olacak mecalim yok. İşe gitmem lazım...

Yola çıkıyorum, yolculuk arkadaşlarımdan Hasan’ı arıyorum... Telefon açılıyor bir kadın sesi “Ali Bey, Hasan Bey ameliyatta” diyor.

Hay Allah.. “Peki ayakta durabiliyor mu?”

“Pek duramıyor, ama oturarak ameliyat yapıyor...”

Hasan, bu seneki geleneksel sezon açılış doktorlar partimizdeki talihsiz arkadaşım. Leros’tan Patmos’a doğru çıkarken 16 Mart 2013’teki ciddi fırtınada kokpitte düşüp 1-2 kaburgasını kırdı ya da çatlattı. 2 gün boyunca aldığı ağrı kesicilerden midir nedir, bir de uçaktan inerken ayağı ciddi bir şekilde burkulunca pert olmaya yaklaştı.

Ama gece biraz buz kompresi, biraz ilaç takviyesi, ertesi sabah ameliyat randevusuna da gitmiş.

Sanırım o da bizim, hepimiz gibi hala biraz sarhoş. Temiz hava, iyot, sert rüzgar, dalga sarhoşu...

Ernest Hemingway Key West günlerini anlatırken “Biz sarhoş olmak için değil, sarhoş kalmak için içeriz” demiş.

Çok hoşuma gitti. Durum tam budur. Ama alkole gerek kalmadan zaten sarhoşuz!


84 saat önce...

Bodrum’a doğru yola çıktığımızda (14 Mart 2013, 17.00) pilotumuz 3-4 kere anons yaptı... “Bodrum’a inerken hafif bir turbülans olabilir. Ama merak edecek bir şey yok.”

Uçak yolcularının kaçı biliyordu, bilemem. Ama ben hava durumunu her türlü meteoroloji sitesinden takip ettiğim için gayet iyi biliyordum. Bodrum’da o saatlerde 7-8 bofor hava vardı. Ömrümde öyle bir yere konuş yaşamadım. Allah kimseye de yaşatmasın.  Keşişleme’den gelen rüzgar öyle kuvvetliydi ki, yere 50-100 metre kala başlayan dehşetli sarsıntının ardından yaklaşık 10-15 saniye uçağın sol tekeri üstünde pistte kaydık. Yanı başımızda sürekli Yasin okuyan başı örtülü hanım da “sen kurtar bizi Allahım” diye baş örtüsünü yere attı...

Rüzgarın tadını aldık, uçarak marinaya gittik.

Teknemiz Irmak (Bavaria 42) Bodrum Marina’nın benzin istasyonundan sonraki açığa (yani güney rüzgarlarına) en çok bakan iskelesindeymiş. Vardık ki, 70-80 km esen rüzgarda bizim gariban tekne 2 tonozla suyun üstünde 40 derece yatık vaziyette iniltiler çıkararak duruyor.

Çare yok, valizleri tekneye, kendimizi de yemek yemek için karaya attık...


Çıkış: 72 saat önce...

Sabaha karşı 06.00 sularında o çılgın rüzgar kesildi. Marinada bağlı yüzlerce teknenin bumbasından çarmıhınden ıstralyasından kopen dehşet senfonisi de bitti.

Meteoroloji 2 gün daha fırtına senyali veriyor. Zaten, Saatli Maarif Takvimi’nde de “Berdülacuz Fırtınası” yazıyor. Ama biz 5 kafadar, denize açılmaya yeminliyiz.

Marketten biraz alışveriş yapıp saat 9’u biraz geçe kendimizi marinadan dışarı attık. Açıkta bizi rüzgar bekliyordu. Ve rüzgar teknemizi Kos’a savurdu.

A, B ve  C Planımız şuydu: Hava sakinlerse Gökova. Eğer rüzgar güneyden kuvvetli esmeye devam ederse Kos, Lipsi ve Patmos... Ama, hava tahminlerinden önce şiddetle kuzeye dönerse de, Kos, Knidos ya da Nisiros ve Astifalya...

Öyle bir esti ki, Kos Limanı’nda güç bela durabildik.

Kos’da yıllardır tanıdığımız giriş işlemlerimizi hızla halleden bir acentamız var; Kos Travel...

Hemen evraklarımızı verdik, damgalar vuruldu, transit log hazırlandı. Vakit kaybetmeden yolu tuttuk.

Gidebilsek Lipsi’ye kadar çıkacağız ama aniden batı ve ardından kuzeybatıya dönen rüzgar ve yüksek dalgalar izin vermedi. Bilmediğimiz sulara karanlıkta yol alacak halimiz de yok. Leros’un doğu yakasında, her zaman sakin ve dost Pandeli Koyu’na sığındık.

Sığındık derken de abartmıyorum. Güneş batarken, yani saat 18.15 sularında Leros-Kalimnos boğazını 35-40 knots batı-karayel arasında gezinen rüzgar ve 3-4 metre dalga boyunda geçiyorduk. Hava zifiri karalıka dönerken de Pandeli’ye girebildik.

Pandeli’de bu mevsimde, yani kabaca Nisan sonuna kadar rıhtım akşamüstü bomboştur. Bir de girdik ki, fırtına nedeniyle bütün balıkçılar 2 sıra mendireğe aborda olmuş. Mecbur o balıkçı teknelerinin üstüne biz de aborda bağlandık. Fırtına nedeniyle tüm tekneler sırılsıklam, bata çıka hoplaya zıplaya baş-kıç palamarları rıhtıma ulaştırdık, hava patlarsa diğer teknelere de zarar vermeyecek şekilde kendimizi sıkıca bağladık.

Ve keraat saatini açtık!


Leros: 60 saat önce...

Leros’da ilk tercih her zaman biraz kuzeydeki Alinda Koyu’ndaki Milos Restaurant’dır. Ama öyle bir yogunduk ki, teknemizi bağladığımız Pandeli Koyu’nun en güzel tavernası Zorba’ya ancak varabildik.

Bu mevsimde ve balıkçıların limana hapsolduğu böyle bir havada çok bir şey bulunmaz haliyle. Ama ızgara peynir, şansımıza taze yerli küçük kalamarlar, güzel ahtapot ızgara, Simi karidesi, taze salata, tuzlanmış sardalya gibi güzellikler vardı. Biz de keyifle yedik içtik.

Saat 21.00 sularında da turşu gibi uyku moduna geçtik. Yatmadan önce gökyüzüne baktım, “biraz bulutlarda açılma var mıdır?” umuduyla, nafile. Gökyüzü kurşuni, ertesi gün zorlu bir yol bizi bekliyor...

Yol böyle bir durum.... Belki de, alttaki resim daha iyi ifade ediyor....

48 saat önce: Kaburga günü...

Bizim Türk meteorolojisi zaten ufak bir ihtimal varsa, fırtına der. “Fırtına olursa ben söylemiştim, olmazsa Allah razı olsun” demek için. Ama Windguru, Poseidon, UOA, Windfinder, Yachtweather tüm tahmin siteleri de hepsi birden özellikle Kalimnos-Leros batı kıyı hattı ve Lipsi-Patmos suları için sert fırtına uyarısı veriyor.

Bizim de inadımız inat, çıkcağız o sulara!

Pandeli’den 10.00 sularında açığa çıktığımız anda, Leros’un korumasındaki sularda bile 3-4 metre dalga ile karşılaştık.

Kararımız karar. Devam!

Ana yelkeni yüzde 50 seviyesinde açtık. Açarken bir de sezon bakımına girmemiş tekne sürprizi olarak anayelken furling halatı koptu. Yani bundan sonra hava iyice çekilmez olup ana yelkeni biraz kısalım desek tek çare direk altına gidip vinç koluyla makaradan sarmak ki, o da 4-5 metre dalgada akıllara veda bir durum.

Leros’un kuytusundan çıktıkça dalgalar azdı. Rüzgar 35-40 knots seviyesine oturdu. Bir ara 46 knots rüzgarı göstergelerde okudum ama o sıra iskele baş omuzluktan 5 metre gelen dalgalar da vardı. Dolayısıyla pek fazla rüzgarı takip edemedim. Önden gelip küpeşteyi aşmaya yeltenen dalgalara odaklandım. Kamara kapısını kapattık. Gözümüze burnumuza giren, o nefis deniz suyu ile yolculuğa kilitlendik.

İşte o sırada Hasan düşmüş. Farketmedim bile, biraz sonra sprayhood’unaltına sığınmış yüzünde bir acı gördüm.

“Ne oldu Hasan, iyi misin?”

“Yok yok, bir şeyim yok!”

“Doktor bu adam, kendi halini de bilir” dedim, yola devam ettik.

Sadece Hasan bir daha dümen tutmadı.

Bir de küçük not: Bu yollardan çok sakin havalarda ve sert havalarda geçeceklere tavsiyem: Çok iyi bir şekilde haritayı incelemelisiniz.

Leros’un hemen kuzeyinde bir küçük adacık var. Bu adanın 3-400 metre kuzeyinde bizim sularımızda sadece 3 kez (Kaş, Bozburun Apostol  ve Gökova karamuk) gördüğüm kadar sinsi bir su altı kayalığı var. Üzerinde de hiçbir fener işaret yok. İkincisi Patmos’a ulaşırken bir diğer adanın önünden geçiyorsunuz. Onda da batı kıyısında benzer süper tehlike saçan işaretsiz kayalıklar var.

Aman dikkat!


Son 36 saat: Patmos’tayız...

Neyse ki, iskele baş omuzluktan aldığımız, ama %50 açık ana yelkenimiz sayesinde sarsıntısını fazla yaşamadığımız dalgalar ve çılgın bir rüzgar içinde sırılsıklam Patmos’a vardık.

Patmos ana limana girdiğinizde, iskele yönünüzde gemilerin yanaştığı rıhtım, onun hemen yanında ticari teknelerin demirli olduğu bölge ve hemen ilerisinde bizlerin yanaşabileceği açık rıhtım var.

Biz tabi 5 Türk uyanığı olarak merkeze en yakın bölgede demirlemek üzere çapayı hazırlar, usturmaçaları yerleştir, kıç halatlarını hazırla manevralarına girişmişken liman polisi uzaktan belirdi ve bize Patmos limanı’nin en ucundaki marinaya gitmemizi işaret etti.

Biz de hemen talimatı alıp (!) yürüme mesafesi limana en uzak bölge olan yat limanının pontonlarına doğru dümeni kırdık.

Önce kızdık, ama gece Patmos’un Skala limanının hemen arkasında, yani batı yakasında açık denizde fırtına öyle bir devam etti ki, polisin bize yönlendirdiği Yeni Yat Limanı’nın doğru adres olduğunu da kabul ettik.

Patmos Kuzey Ege fırtına koridorunun tam uç noktası ve sanıyorum en sakin havalarda bile geceleri demirleme açısından oldukça riskli bir bölge. Ama limanın en ucunda, kuzeyde yer alan yat barınağı güvenli.

Gittik yerleştik.

Zaten Nisan ayında bizim dışımızda tek bir gezgin yoktu, acayip havamız oldu. Tavernacısı, balıkçısı herkesle sahbet ettik.

“Komşu” muhabbetleriyle girdik. “Komşi” muhabbetleriyle Patmos’dan ayrıldık.


Ama arada... “Hacı” da olduk...

Patmos denizinin güzelliğiyle Simi’yi andıran, küçük bir çarşısı, bol bol kafe ve sınırlı sayıda tavernası bulunan şirin bir ada.

“Aman ille de gitmelisiniz, bir yemeklerini tatmalısınız” diyebileceğim bir restoranı bildiğim kadarıyla yok. Her yerde bulacağınız standart mezeler... Ama birkaç çok güzel kafesi var. En ünlüleri de Kıyıda merkezde hemen gemilerin yanaştığı rıhtımın karşısındaki Arion isimli kafe. Yaklaşık 150 yıllık bir geçmişi olan bu kafe çok şık ve bakımlı bir ahşap iç dekorasyona sahip. Çok güzel bir barı var. Patmos’un buluşma merkezi olarak biliniyor.

Patmos’un özellikle yazın bölgedeki adalara göre 2-3 misli kalabalık olmasına neden olan bir özelliği daha var. Ortodokslar başta olmak üzere tüm Hıristiyan dünyasının en önemli birkaç hac merkezinden biri. “Ege’nin Kudüsü” olarak biliniyor.

Bu kutsallığın kökeninde Aziz Yuhanna’nın (St.John) MS 98 yılında adaya yerleşip Kutsal Kıyamet Mağarası’nda Vahiy kitabını kaleme almış olması yer alıyor. Vahiy ya da Apokalips olarak bilinen bu kitap, Yeni Ahit’in içindeki 4 İncil arasında en mistik ve felsefi yazıt olarak kabul edilir.

Biz adadayken Kıyamet Mağarası ziyaretçilere kapalıydı. Dolayısıyla Aziz Yuhanna’ya gelen vahiylerin kaleme alındığı masa büyüklüğündeki kaya parçasını da göremedik. Ama Aziz Yuhanna adına 1000 yıl sonra, yani 1088’de kurulan kale gibi duvarları, kuleleri ve dünya çapında eşsiz payandalarıyla gerçekten etkileyici bir bina olan manastırı gezme fırsatını bulduk.

Skala’ya bakan tepeye kurulmuş Khora Köyü’nün labirent gibi daracık sokaklarını, içindeki 60’a yakın şapelin bir kısmını, eski tüccarların korsan saldırılarına karşı korunaklı malikanelerini biraz gezdik. Aziz Yuhanna Manastırı’nın 200 civarında gümüş ve altın obje ile sanat tarihi açısından önemli değeri olan ikonalarının saklandığı hazine odasını görebildik. Ama Hıristiyanlık tarihinin çok önemli eserlerini içeren manastır kütüphanesine özel izin gerektiğinden girmemiz mümkün olamadı.

İçinde halen 100 civarında rahibe ve bir o kadar rahibin yaşadığı manastırın yaşam bölümlerini de görmek mümkün değil. Ancak bazı şapelleri görebiliyorsunuz. Ama bu eşsiz manastırın bazı bölümlerinin Umberto Eco’nun Gülün Adı adlı kitabı filme çekilirken mekan olarak kullanıldığını ve Sean Connery’nin adada hala çok sevilen bir kahraman olduğunu da hatırlatayım.

Neyse... Manastırı gezerken kıyıya yanaşan hacı gemisinden inen 300 civarındaki konuk içeri dolunca hızla Skala’nın yolunu tuttuk.


Rüyanın bitimine 36 saat kaldı...

Skala indiğimizde fazla oyalanmadan yeni Marina’daki teknemiz Irmak’a döndük. Zira son olaylı yolculuğumuzdan sonra üstümüzdeki bütün sırılsıklam giysileri çıkarıp kuruması için bumbaya sermiştik ve akşam karanlığıyla birlikte tekrar nemlenmeden odalara yerleştirmemiz gerekiyordu...

Rüzgar Karayel... Kuzeyin soğuğu adaya nihayet tam anlamıyla ulaşmıştı. Tekneyi toparlayıp tüm kapıları kapatıp marinanın hemen karşısındaki Netia isimli tavernaya gittik. Gündüz teknede otururken adanın yerli nüfusunun haftasonu öğlen yemeğine buraya akın ettiğini gözlemlemiştik. Demek ki fena bir yer değil.

Gerçekten de tahmin ettiğimiz gibi son derece sempatik, keyifli ve lezzetli bir yer çıktı. Bir yandan televizyonda haberler, bir yandan bi müzik sesinden Rumca şarkılar, bir yandan çakırkeyif kahkahalar içinde yüksek sesle sohbet eden ada ahalisi...

“Bahara Merhaba” gezimizin son gecesini büyük bir keyifle Netia’da tamamladıktan sonra Irmak’a döndük. İstanbul’da kar yağan o cumartesi gecesini  hiçbir ısıtması da olmayan teknemizde sıkı bir ayaz altında geçirmeye hazırlandık.


Son 24 saat: Güneşli ve soğuk bir yol...

Sabah kalktığımızda soğuktan eklemlerimiz epey bir çatırdadı, ama yeni koşullara da çabucak alıştık. Hava tahminlerinde olduğu gibi Patmos’un üstü koyu bulutlarla çevrili ama güneydoğu istikameti açıktı. Hemen bir kahvaltı yapıp önümüzdeki uzun ve tahminen keyifli yola hazırlandık.

Poseidon yolumuzda 4-5 bofor hava tahmini veriyordu. Daha limandan çıkar zıkmaz ana yelkeni de cenovayı da kontrollü bir şekilde açtık. Bir müddet 12-15 knots geniş apazdan gelen rüzgarla keyifli yelken yaptıysak da daha 10 mil bile yol yapmadan dengesiz ve düşük kuvvette bir rüzgara teslim olduk.

Motora gaz verdik... İşte bizim talih bu kadar. Oldu mu 40 knots kafadan rüzgar olur. Tam rüzgarı arkamıza alırız bu kez de kesiliverir...

Ama yine de çok güzeldi. Koca engin denizlerde tek başımıza, fırtınadan kalma hafif dalgalı ama sakin bir yolculukla sırasıyla Lipsi, Leros ve Kalimnos’u bordaladık. Bodrum Boğazı’na yaklaşırken de aradığımız rüzgarı bulduk.

Yolculuğumuzun son 1.5 saatini 16-20 knots esen Poyraz ile şahane bir yelken seyriyle tamamladık. Bodrum Marina’ya girip bağlanana kadar herşey bir rüya gibiydi.


İstanbul’da tatsız bir sabaha 12 saat kalmış...

Ege’de Cevat Şakir’in hep yazdığı gipi adalar arasında hopladık. Mükemmel bir yelken seyriyle karaya adım attık, Irmak’ı terk ettik.

Son yelken seyrinin de tadı damağımızda kaldı.

Kısmetse bir sonraki sefere acısını çıkaracağız. Zaten hep böyle bitiyor.

Ertesi sabah, zil çalıyor, kronometre duruyor, başınızda tatlı bir ağırlık, pelte gibi vücudunuzda unutulmayacak bir yorgunluk, denizin üstündeki tükenmek bilmeyen saatler unutulmuş, işe gitmek üzere dakika saymaya başlıyorsunuz.

Hayat hızlanıyor, şanslıysanız rüya da anılarda kalıyor.

Bir de, sol elimin başparmağında hafif bir sertlik ve ince bir sızı var. Sanırım, 40 knots ve üstü rüzgarda çalkalanırken bir çelik halata sarıldım ve minnacık bir tel parçası deri altına kaçmış. O yabancı madde cildimden dışarı çıkana kadar herhalde arasıra 2013 sezon açılışı olan bu keyifli geziyi hatırlayacağım...

Ekip arkadaşımız sevgili Hasan Dündar da tahminimce çatlak kaburgası nedeniyle her nefes alışında, gülüşünde gezimizi hatirliyordur.

Çatlak kaburga da en aşağı 3 haftada geçer. Artık bilemedim, bir mutluk kaynağımıdır? Bizi iyi mi anacak, dertlenecek mi? Eğlenecek mi?

 

/////////////////////////////////////////////////

 

Kocakarı Fırtınası ve bulut gözlemciliği...

2 yıldır aynı ekip Bodrum’dan aynı tarihte yola çıkıyoruz. Geçen yıl yolculuğumuzun ilk günü bu yıl da ilk iki gün deniz esti gürledi, dalgalar köpük köpük oldu. Hemen fırtına takvimine baktım: “Berdelâcuz Sonu” yazıyor.

Eski denizci kayıtlarına göre, Osmanlıca Berd-ül Acûz, Türkçe sözlükte Berdelâcuz olarak geçen ve Kocakarı soğukları olarak bilinen bu hava 11 Mart’ta başlayıp 7 gün sürermiş.

Kocakarı Soğukları ile ilgili bir çok mitolojik kayıt var. Okuduklarım arasında en hoşuma gideni şu: “Bir kocakarının yedi tane oğlağı varmış. Geçimini de bu oğlakların geliriyle sağlarmış. Zor kış şartlarını yoksulluk içinde geçiren Kocakarı Cemre’lerin düşmesiyle baharın geldiğini hissetmiş ve kıştan kurtulduğuna sevinmiş. Kış şartlarına ve doğa anaya nispet olsun diye ‘Mart kıçına parmağım, oynasın oğlaklarım” demiş ve yaylaya çıkmış. Kocakarının bu sözü Doğa Ana’nın zoruna gitmiş. Kocakarı’nın üzerine bir fırtına estirmiş, bir yağış başlatmış, soğuyan havanın tesiri ile Kocakarı’nın bütün oğlakları kırılmış. Mart’ın 11 nci gününde başlayan ve bir hafta süren bu soğuklara Arapça’da Berd-ül Acuz, Türkçe’de ise Kocakarı Soğukları denilmiş.”

 8 yıl oldu, her yıl 3-5 hafta denizlerdeyim. Biraz meteoroloji çalıştım. Ama bu kış günlerinde işi biraz ciddiye almaya karar verdim. Balık sırtı bulutları neye benzer? Güneş doğarken ufkun kızıl olması ne demek, batarken kızıl olması ne demek? Kumülüs Congestus, Kumülonimbüs ve Nimbostratüs arasındaki fark nedir? Bunları bilmekte fayda var.

 Bir çok kitap edindim. En çok hoşuma gidenleri size de tavsiye ediyorum:

1-      Alan Watts, “Anında Hava Tahmini”, İletişim Yayınları

2-      Gavin Pretor-Pinney, “Bulut Gözlemcisinin Rehberi”, TÜBİTAK Popüler Bilim Kitapları

 

 

Bir geziden pratik bilgiler...

-          Bu yıl her zaman çalıştığımız MTM Yachting’in Bodrum’da bize uygun teknesi yoktu.  www.bookyourboat.com isimli bir online sistemden teknemizi kiraladık. Tecrübeli turizmci ve denizcilerin kurduğu bu sistem ile, Türkiye’de 20 civarında gulet, 20 civarında fiber yelkenliden oluşan bir filoya; Hırvatistan ve Yunanistan’da yüzlerce tekneye ulaşabiliyorsunuz. Daha da ilginci Maldivler ve Karayipler’de de kiralık tekneleri var. Ayrıca bu denizlerde katamaranda oda kiralamak da mümkün. Uzak denizlere açılmak isteyenlere duyurulur.

-          Yunan Adaları’na girmek istiyorsanız ya da zorunlu olarak giderseniz bu ülkelerde giriş çıkış işlemleri biraz meşakkatli. Biz işlemlerimizi Kos’ta yıllardır Kos Travel ile yaparız. Hiç de sorun yaşamadık. Bu yıl da Patmos’da Aristo Travel’i keşfettik. Onlar da gayet hızlı çalışıyorlar. Adresleri telefonları internetten rahat bulunabilir. Giriş 150, çıkış 100 Euro.

-          Patmos’a kadar gidecekseniz yolunuzun üstünde Arki ve Lipsi isimli iki küçük ada daha olduğunu unutmayın. Bu adalarda kışın hayat bir hayli ölü. Ama yazın bu adaların hem denizi çok güzel, hem de çok keyifli salaş tavernaları var. İkisinde de mutlu olabilirsiniz.

-          12 Ada bölgesinde özellikle kuzey bölgede denizin üstüne yayılmış küçük adacıklar hem yolculuğu güzelleştiriyor, hem de bunların çevresinde çok güzel denize girilebilecek girintiler, sığlıklar var. Ama aynı zamanda bu minik adacıkların çevresinde çok tehlikeli topuklar ve su altı kayalıkları da var. Özellikle çok dalgalı ve çok sakin denizde bu ciddi bir yolculuk tehlikesi oluşturabilir. Yola çıkmadan önce iyice güzergahınızı inceleyin.

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


bottom of page